Loading...

Anadolu Selçuklu Devleti


ANADOLU SELÇUKLULARI

Büyük Selçuklu sultanı Alp Aslan ile Bizans imparatoru Romanos Diogenis arasında vukubulan Malazgirt savaşı Anadolu'nun mukadderatında yeni bir devir yarattı. 1071 yılında Malazgirt zaferinin kıymetli bir meyvası halinde Türkler Anadolu'yu yeni vatanları halinde kazandılar. Gerçi Malazgirt savaşından bir sene evvel Selçuklu prensleri veya onlara bağlı Türk kumandanları emrindeki kuvvetler Anadolu'ya girmişler, bilhassa Doğu Anadolu topraklarını aşağı yukarı devamlı denecek derecede hâkimiyetleri altına almışlardı. Hattâ Konya'ya kadar uzanan Türk akını bile olmuştu. Fakat bunlara rağmen, Bizans kuvvetinin esaslı şekilde ezilerek Anadolu'nun Türklüğe açılması Malazgirt zaferi ile mümkün oldu.

Malazgirt savaşının yapıldığı 1071 yılında, zaferi müteakip Anadolu'da üç küçük Türk devletçiği teşekkül etti. Bunlar; Erzurum ve çevresinde Saltuklar, Erzincan etrafında Mengüçler; Sivas ve çevresinde Danişmendliler'dir. Anadolu'daki bu ilk Türk devletlerini kuranlar Alp Aslan'ın maiyetinde çalışmış emirlerdir. Alp Aslan onları Anadolu'da muayyen yerlerin fethine memur etmiş, bu beyler de fethettikleri topraklarda büyük sultana bağlı devletler kurmuşlardır. Bir ilâ bir buçuk asır kadar devam eden ve Anadolu'nun imarı ile kültürünün yükselmesinde büyük hizmetler ifa eden bu devletler, bir bakıma, Anadolu'da ilk Selçuklu feodalitesi telâkki edilmektedir. Anadolu Selçuklu devletinin kuvvetlenerek önce Danişmendileri, sonra Mengüçleri, en nihayet de Saltukları ortadan kaldırarak topraklarını ilhak etmesi, Anadolu'daki ilk Selçuk beyliklerinin nihayete ermesini sağlamıştır.

Anadolu'da geniş çapta fetihler yapan ve Anadolu Selçuklu devletim kuran Kutulmuşoğlu Süleyman'dır. Selçuk'un oğlu Arslan'ın oğlu Kutulmuş, Tuğrul Bey zamanında Anadolu fütuhatına iştirak etmiş, Doğu Anadolu'nun fethini bizzat kendisi başararak hayli kuvvetlenmişti. Kutulmuş, kuvvetine güvenerek Sultan Alp Aslan'a isyan etmiş, onunla yaptığı bir muharebede ölmüştü.

Bu isyan yüzünden Alp Aslan Kutulmuş'un oğlu Süleyman'ı Urfa ile Birecik mıntıkasında ikamete memur etti. Süleyman daha önce bu mıntıkaya yerleşmiş olan Türkmenler üzerinde yavaş yavaş otoritesini tesis ve tezyid etti. Alp Aslan'dan sonra Melikşah tahta geçince, Süleyman'ı Bizanslı'larla harbe ve Kızılırmak ötesindeki Bizans ülkelerinin fethine memur etti. Süleyman'a böyle bir vazife verirken Anadolu'daki bütün Türkmen kuvvetlerinin kumandanlığını da ona tevdi etti. Bu sırada Anadolu'daki Bizans kumandan ve idarecileri arasındaki anlaşmazlıklar artmıştı. Büyük arazi sahiplerinin elinde âdeta bir köle hayatı yaşamakta olan halk, Bizans idaresinden pek memnun değildi. Türklerin fethettikleri ülkeler halkına hafif bir vergi tarhedip başka mükellefiyet yüklememeleri, ayrıca din ve mezhep hürriyeti de tanımaları, Türkleri onlara karşı amansız bir düşmandan daha başka türlü, hattâ âlicenap bile gösteriyordu.

Kutulmuşoğlu Süleyman Bizans'ın idare tarzını, bu idarenin zayıf taraflarını, Anadolu'da yaşayan halkın durumunu iyice kavramış olduğundan, fetih hareketlerinde bu bilgilerinden çok istifade etti. Süleyman, Anadolu'daki Bizans kumandanları arasındaki geçimsizlikten başka Bizans merkezindeki saltanat kavgalarından istifade fırsatını da kaçırmadı. Neticede Marmara yakınlarında İznik, Ege kıyılarında İzmir şehrine kadar mühim merkezleri zaptetti. İznik'i zaptedince burayı devletine merkez yaptı. İznik'in zapt ve merkez ittihazından bir sene sonra Anadolu Selçuklu devleti kurulmuş oldu (1077).

Bizans'ın zaafından istifade eden Süleyman fetihlerini batı istikametinde ilerletiyordu. Lâkin 1081 de Bizans tahtına geçen Aleksis Komnenos'un karışıklıklara son verip Bizans kuvvetlerini bir araya toplaması, Süleyman'ın batıda duraklamasına sebep oldu. Süleyman bu arada doğu işlerine alâka göstererek Antakya'yı zaptetti. Bilâhare Selçuklu prensleri arasında eksik olmayan kavgalara Süleyman da karıştı. Suriye Selçukluları hükümdarı Tutuşla yaptığı bir harbde mağlûboldu ve öldü.

Anadolu'nun fethi ve bu ülkenin Türklere açılmasında en büyük hizmeti ifa eden Süleyman'ın ölümü, Anadolu Selçuklu devletinin teşkilâtlanmasında bir kaç senelik gecikmeye sebep oldu. Mamafih onun ölümü üzerine Antakya'ya kadar gelen Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah, Anadolu ve Suriye işlerini düzene koydu ama, Süleyman'ın oğlu Kılıç Aslan'ı da beraberinde Irak'a götürdü.

Anadolu fâtihi Süleyman'ın zamansız ölümü ve oğlunun Irak'a götürülüp hapsedilmesi, Anadolu Türklüğünün yan başsız kalmasına, fütuhatın duraklamasına ve bu müddet zarfında da Bizans'ın rahat nefes almasına sebep oldu. Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah'ın ölümünden (1092) sonra yerine geçen Berkyaruk, Kılıç Aslan'ı Anadolu'ya göndererek onu babasının fetihlerini devam ettirmeye memur edince; Anadolu Selçuklu devletinin temelleri daha kuvvetli şekilde atılmış oldu. Anadolu Selçuklu devletinin en kuvvetli ve değerli hükümdarlarından biri olan Kılıç Aslan, Berkyaruk'un ölümünden sonra (1104) onun yerine geçenleri metbu tanımıyarak istiklâlini ilân etti. İstiklâlini ilânla birlikte sultan unvanını alan Kılıç Aslan zamanında birinci Haçlı Seferi başlamıştı. Haçlılara karşı Anadolu'yu ve dolayısı ile İslâmiyet’i kahramanca müdafaa eden Kılıç Aslan'ın hayatı harbler ve mücadele ile geçmiştir. Bir taraftan haçlılar, öte taraftan Bizanslılarla çarpışmalar bu azimkar hükümdarı yıldırmadı Türkler de bu sırada Anadolu'da kesafet peyda ediyorlardı.

Birinci Kılıç Aslan'ın 1107 de İran ve Suriye Selçuklularına karşı yaptığı harbde mağlûbolması ve Habur çayında boğulması, Anadolu Selçuklularını yine sarstı. Yerine geçen oğlu Mesut (1116 -1156) bu sarsıntıya son vererek Kılıç Aslan'ın ölümünden istifadeye çalışan Bizanslıları mağlûbetmiye muvaffak oldu ama, onun arkasından ikinci Haçlı orduları ile uğraşmak zorunda kaldı. Haçlıları Tarsus geçitlerinde ve İçel dağlarında mahvetti.

Mesut'tan sonra hükümdar olan İkinci Kılıç Aslan Danişmendliler devletine nihayet vererek Anadolu'da Türk siyasi birliğini temin bakımından en büyük adımı atmış oldu. Yine bu hükümdar zamanında Bizanslılar ağır mağlûbiyetlere uğratılarak Bizans tecavüzünün kudreti kırıldı. Bundan sonra Anadolu Selçuk devleti için Bizans tehlikesi kalmamıştı. Gerçi İkinci Kılıç Aslan'dan sonra da Bizanslılarla birtakım çarpışmalar vuku buldu ise de, Bizanslılar artık Türkleri Anadolu'dan söküp atamayacaklarını, daha ziyade varlıklarını muhafaza için, tecavüz harbi değil müdafaa harbi yapmaları gerektiğini anladılar.

Anadolu Selçuklu devletinin en parlak devri Birinci Alâeddin Keykubat zamanına (1219-1236) rastlar, iyi bir idare adamı, tedbirli bir kumandan, mahir bir diplomat olan Alâeddin, devletini yükseltmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. Akdeniz kıyısındaki Kandelor şehrini zapt ederek ismini Alâiye'ye çevirdi ve kendisine kışlık merkez yaptı. Selçuklu devletinin arazisini Erzurum'a kadar genişletti. O sırada hayli kuvvetli bir devlet olan Eyyûbîlerle yaptığı harbi bile kazandı. Lâkin ustaca bir politika kullanarak Eyyûbîlerle dostluğu yeniden tesis etti. Hattâ Eyyûbîlerle birleşerek Harizmşahlar hükümdarı Celâleddin'e karşı Erzincan'da mühim bir zafer kazandı.

O sırada Moğol orduları Harizmşahlar devletinin topraklarına girmeye, neticede Harizmşahlar devleti yıkılmaya, muhtelif kumandanlar idaresindeki Harizmli Türkler etrafa dağılmaya başlamışlardı. Alâeddin bu Türklerden bir çoğunu ülkesinin doğu hudutlarına yerleştirdi. Böylece hem Anadolu'nun müdafaası, hem de Anadolu Türklüğünün kesafet peyda etmesi bakımından isabetli icraatta bulunmuş oluyordu.

On üçüncü asrın ilk yıllarından itibaren Selçuklu devletinin kemal devrine ulaşması ile Anadolu yollar, hastaneler, camiler, türbeler, medreseler, kütüphaneler, hanlar, kervansaraylar, hamamlar, çeşmeler, köprüler inşa olunarak imar edilmiş, Türk kültürü tam mânasiyle bu topraklarda yerleşip gelişmiş; halk huzur ve refaha kavuşmuştu. Lâkin Birinci Alâeddin Keykubat'ın ölümünden bir müddet sonra beliren Moğol tehlikesi, Selçuklu devletinin parlaklığının sönmesine sebep oldu. Selçuklu sultanı İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev idaresindeki ordu 1243 de Kösedağ harbinde Mogollara yenilince, Anadolu Selçuklu devleti Moğolların himayesi altına düştü. Bu tarihten sonra Selçuklular bir daha bellerini doğrultup eski hallerini bulamadılar. Devlet 1308 de tamamen yıkılıncaya kadar İlhanlı himayesi devam etti.

Mamafih İlhanlı himayesine rağmen Anadolu'daki karışıklıklar bitip tükenmedi. İlhanlılara karşı kıyamlar; onların mukabil tenkilleri; Selçuklu ailesinin taht kavgaları Anadolu'da hayli tahribata ve insan öldürülmesine sebep oldu. Bütün bunlara rağmen İlhanlıların Anadolu'daki nüfuz sahaları Doğu ve Orta Anadolu'ya münhasır kalıyordu. Bundan faydalanan Türkmen beyleri Karaman havalisinde ve Batı Anadolu'da birtakım küçük devletler kurmuşlardı. Böylece Anadolu'da «Beylikler devri» açılmış ve Osmanlılar tarafından bir bayrak altında toplanmaya kadar Anadolu'nun siyasî birliği bozulmuştur.

Anadolu Selçuklu devleti, Büyük Selçukluların Anadolu'daki parçası ve devamı olduklarından devlet teşkilâtı bakımından Büyük Selçukluların sistemini devam ve inkişaf ettirmişlerdir. Seyhun boylarından Ege kıyılarına, Hicaz'dan Kafkasya'ya kadar uzanan ülkelerde İslâm vahdetini tesis etmiş olan Büyük Selçuklular İslâm mezhepleri içinde Sünniliği kabul ederek, İslâmiyet’in ve Türklüğün Anadolu'da yayılmasında da en büyük rolü oynadılar.

Anadolu Selçukluları ise, Anadolu'yu Türkler için ebedî bir vatan haline getirmişler, Bizans hâkimiyetini Marmara kıyılarına kadar geriletip, Anadolu'yu Türk halkı ve kültürü ile bezemişlerdir. İslâmiyet’in kalkanı halinde Haçlılara göğüs geren ve İslâmiyet’in Ege ve Akdeniz kıyılarında gerilemesine kanları pahasına mâni olan Selçuklulardır.

SELÇUKLULARLA BEYLİKLER DEVRİNİN ÖN ASYA'DAKİ MEDENİYETİ

Selçuklular Ön Asya'ya geldikleri vakit burasını harap bir halde buldular, az zamanda kendi idareleri altındaki yerlerde Orta Asya'da kurdukları binalar tekniği ile çalışmaya koyuldular; yer yer sıhhî, içtimai ve dinî müesseseler, Selçuk mimarîsinin ince ve zarif hatları ile yükselmeye başladı. Taş işçiliğinin, tahta oymacılığının şaheserleri addedilen örnekleri verirken diğer sahalarda; kumaş, hah, işleme, tezhip ve ciltlemede, dericilik, ev ve el sanatlarında da bir gelişme ve yükselme gösterdiler, silâhlarına bile Selçuk sanatının kendine has ince desenini nakşettiler.

On üçüncü asırda Ön Asya, Selçuklular elinde her bakımdan bir inkişafa mazhar olmuş bulunuyordu. Yeni şehirler kurulmuş, halk, kendi işleriyle meşgul, refah içinde bir hayat sürmekteydi. Başta sanat şubeleri olmak üzere ziraat ve ticaret de daimî inkişaf halinde idi. İlim müesseseleri devrin en yüksek otoriteleri elinde öz Türkçenin özellikleriyle sulh ve sükûn içinde çalışıyor, yeni adamlar yetiştiriyordu. Müslüman dininin ana prensibi olan vicdan ve beden temizliğini tam ve gerçek manası ile anlayan Selçuk hükümdar ve devlet adamları, şehirlerinin kuruluşunda bilhassa bu noktaya kıymet veriyor, camilerle çeşmeler ve hamamlar inşa ediyor, bir taraftan da halkın sağlığını ve sağlamlığını temin için darüşşifaların temellerini atıyorlardı.

Sonra Anadolu beyliklerini kuranlar da, böyle yüksek bir medenî seviyeye ulaşmış bir ülkeye tevarüs ettiklerinden bir taraftan istiklâl mücadelesi yaparlarken diğer taraftan da bu imar ve kalkınmayı durdurmadılar, kendilerinden de bazı özellikler katarak devam ettirdiler. Bilhassa her büyük şehirde beylerin kendi adlarını taşıyan eserlerinin imar faaliyetinin şahidi olarak diğer eserlerle birlikte bugün hâlâ ayakta durmaktadırlar.

Anadolu'ya Selçuklulardan sonra en fazla eser veren beylik Karamanoğulları'dır. Bu beyliğin Anadolu'nun birçok yerlerindeki eserleri, Selçuk ve Osmanlı devri mimarîsi arasında ayrı bir hususiyet de taşımaktadır. Diğer beylikler de, Karamanlılar kadar olmamakla beraber bulundukları yerleri kendi çaplarında imardan geri kalmamışlardır. Selçuklular devrinde olduğu gibi beylikler zamanında, imar faaliyetine muvazi olarak ziraî, sınaî ve ticarî ve diğer mevzular da ihmal edilmeyerek ele alınmıştı. Bu devirlerde hayvan neslinin ıslahına, pamuk ekiminin yayılmasına çalışılmış, madenlerden istifade edilmiş, ipekçilik inkişaf ettirilerek ham ve mamul halde yabancı memleketlerde pazar bulmuş, Türk halıcılığı ise dünyada bu devirlerden itibaren kendisini tanıtmıştır.

HAÇLI SEFERLERİ

Hıristiyanların haç yeri olan ve mukaddes toprak diye adlandırılan Kudüs şehri ile civarının, on birinci yüzyılda büyük bir Müslüman Türk imparatorluğu kuran Selçukluların Ön Asya'yı zapt etmeleri sonunda burasının Hıristiyan hacılara kapanmış addedilmesi Hıristiyanlık âleminde esasen mevcut olan İslâm düşmanlığının artmasına sebep olmuştu, ön Asya ile teması olan Avrupalı gemici, tüccar ve iş adamlarının buralarda gördükleri zenginlik, refah ve medeniyeti, topraklarının verimliliğini kendi memleketindekilere kıyasla methetmeleri de o tarihlerde yoksul ve perişan bir hayat süren Avrupa halkı arasında efsane şeklinde ağızdan ağıza dolaşıp din düşmanlığına bir de hırs ve tamah eklemişti.

O sırada papa bulunan Ürben, hal ve şartları Hıristiyan halkını Müslümanlar aleyhine kışkırtmaya müsait bulup ne zamandır tasavvur ettiği din savaşını ilâna karar vererek halkı Piyer Lermit ismindeki cahil bir papazın çığırtkanlığı ile Müslümanlarla harp etmek, mukaddes topraklardan geri atmak için kurulacak orduya katılmaya davet etmişti. Bu şekilde başlayacak olan Haçlı seferleri 1096 dan 1270 yılma kadar sekiz sefer halinde devam etmişse de her yerde, İslâmiyet’i kabul ettikleri tarihten itibaren bu dinin koruyucusu ve alemdarı olan Türklerin kahramanlıkları karşısında askeri bir netice vermemiştir. Bununla beraber bu seferler, garbın şark kültür ve medeniyetini tanımasında ve bilâhare de bundan kendi yararlarına âzami faydayı sağlayarak kalkınmalarında âmil olmuştur.

Öncüler ve Birinci Sefer

Papa Ürben'in davetine ilk koşanlar Fransızlar, İtalyanlar ve Alınanlardı. Diğer Avrupa memleketlerinden de katılanlarla acele kurulan karmakarışık ilk ordu papas Piyer Lermit ile şövalye Gotye'nin kumandasında öncü olarak kolay bir zafer ümidiyle yola çıkarıldı. Balkanlar yolu üzerinden Bizans (İstanbul)a, oradan da Anadolu'ya geçen bu ordu İznik civarında kendilerine karşı cephe tutan Selçuklular tarafından mağlûbedildi ve tamamiyle kılıçtan geçirildi. Bu çarpışmadan Piyer Lermit kaçarak canını zor kurtarabildi.

Öncü kuvvetlerin imhası Hıristiyanların hırsını büsbütün kamçıladı. Asıl büyük orduyu teşkil eden altı yüz bin kişilik bir kuvvet Fransız şövalyelerinden Godfruva dö Buyyon kumandasında İstanbul'a gelmiş bulunuyordu. Bizanslılar, Haçlı kuvvetlerinin başlarına belâ olmasından korkarak bunları kendi gemileriyle karşı yakaya geçirdiler ve Türklerden temizlenen şehirleri kendilerine verdikleri takdirde Haçlılara erzak temin edecekleri vaadinde bulundular. Godfruva dö Buyyon, ordusu öncülerinin kılıçtan geçirildiği İznik'e kadar ilerledi, kısa bir muhasaradan sonra şehri zapt etti. Selçuk sultanı Birinci Kılıç Arslan, bu büyük düşman kuvveti karşısında oyalama ve ardçı harbleriyle ve sık sık baskınlar yaparak hasmını kırpalama tabiyesi ile köyleri yakarak, köprü ve yolları tahribederek geri çekilmeyi muvafık bulduğundan Haçlılar büyük kayıplar vererek güçlükle ilerliyorlardı.

Torosları da aşan Haçlılar ordusu bu hareketinin sonunda Kudüs'ü de almaya muvaffak oldu. Burada Türk Müslüman sivil halktan yetmiş bin kişinin işkence ile katledilmesi, kadın ve çocuklara yapılan zulümler Hıristiyanlığın yüz karası olarak tarihe mal olmuştur.

Kudüs'ün zaptı ile neticelenen ilk sefer gayesine ulaşmış addedilebilir. Suriye ve Filistin şehirlerini de zapt eden Haçlılar buralarda birtakım derebeylikler kurdular. Ordunun kumandanı Godfruva dö Buyyon ise tesis ettiği Lâtin krallığının başına geçerek kral sıfatiyle Kudüs'e yerleşti (1096-1099).

İkinci Sefer

Bu sefer, Selçuk Türklerinin birinci Haçlılar ordusu ile yaptıkları harpler sonunda kaybettikleri şehirleri geri almak için harekete geçmeleri üzerine tertiplenir.

Musul atabeyi İmadüddin, ordusu ile taarruza geçerek 1144 senesinde Urfa'yı Haçlılardan kurtarmaya muvaffak oldu. Bu haber Avrupalıları telâşlandırdı. Mukaddes toprağı yine başlayan Türk tehlikesinden korumak ve onları tamamiyle ezmek üzerine Fransa kralı Yedinci Lui ile Alman imparatoru Üçüncü Konrad ordulariyle, ayrı ayrı olarak yola çıktılar. Anadolu'ya Fransızlardan daha evvel varan Konrad mağlûboldu.

Yedinci Lui ise Antalya önlerine kadar ilerleyebildi ise de bir netice alamadı. Oradan deniz yolu ile Suriye'ye geçti. Şam'ı muhasara etti, orada da şehrin kahramanca müdafaası karşısında başarısızlığa uğradı, mahzun ve mahcup geriye, memleketine döndü.

Üçüncü Sefer

Kudüs Lâtin krallığının Mısır'a karşı harekete geçmesi üzerine Musul atabeyi Nurettin Zengi, yeğeni Selâhattin Eyyubî ile kumandanlarından Şirgûh'u bir yardım ordusunun başında Fatımî devletine muavenete göndermiştir. Şirgûh'un vefatı üzerine ordunun başına geçen Selâhattin Eyyubî Fatımî devletini de ortadan kaldırarak Mısırda Eyyubî devletini kurmuştu (1174).

Selâhattin Eyyubî Mısır'a hâkim ve sahip olduktan sonra ordusunu daha da kuvvetlendirerek derhal Kudüs Lâtin krallığı ile harbe başladı. Taberya gölü civarında iki taraf arasında cereyan eden büyük savaş sonunda Lâtin krallığı ordusunu perişan eden Selâhattin Eyyubî Kudüs'ü de muhasara altına aldı, şehri üç ay gibi kısa bir zamanda Haçlılardan kurtardı (1187).

Selâhattin Eyyubî'nin bu muvaffakiyet ve muzafferiyet haberi Avrupa'da yeniden Türkler ve Müslümanlar aleyhine büyük bir galeyana ve ayaklanmaya sebep oldu ve neticede Üçüncü Haçlılar seferinin hazırlıklarına başlanıldı. Bu sefere Alman imparatoru Kızılsakallı Frederik, Fransız kralı Filip Ogüst ve İngiltere kralı olan Arslan Yürekli Rişar kumandalarında büyük bir ordu katılacaktı.

Mukaddes toprağı Müslümanlardan kurtarmak şerefini diğer krallardan evvel kazanmak hayal ve hırsiyle ilk harekete geçen Alman imparatoru oldu. Kara yolu ile ordusunun başında Anadolu'ya geçen İmparator Frederik Silifke suyunu, Göksu'yu geçerken çaya düşüp boğuldu. Başsız kalan ordusu da dağıldı.

İngiltere ve Fransa kralları deniz yolu ile Kıbrıs'a oradan da Akkâ önlerine geldiler. Maksatları Selâhattin Eyyubîyi ve devletini ortadan kaldırmaktı. Akkâ kalesini muhasara ettilerse de bir netice alamadılar. Krallar arasında seferin güdümü ve kumanda mevzuunda esasen anlaşmazlık vardı. Bu yüzden Filip O-güst ordusu ile geriye döndü. Yalnız kalan Arslan Yürekli Rişar birçok neticesiz ve ordusunu yıpratan savaşlar yaptı. Kudüs'ü geri almak şöyle dursun hiçbir muvaffakiyet elde edemedi. Neticede Selâhattin Eyyubî ile yaptığı konuşmalar sonunda üç senelik bir sulh ile Kudüs'ü Hıristiyanların ziyaret edebilmeleri müsaadesini istihsal etti ve memleketine döndü.

Diğer Seferler

Dördüncü Haçlılar seferi yine Kudüs'ü kurtarmak gayesiyle tertiplendi ise de bu sefere iştirak edenler İstanbul'a geldikleri vakit Bizans'ın iç karışıklıklarından istifade ederek şehri yağma ettikten ve halkı soyduktan sonra buraya yerleştiler, bir Lâtin imparatorluğu kurarak dâva ve hedeflerini unutuverdiler (1204). Beşinci sefer, Selâhattin Eyyubî'nin Şam'da vefatı haberi üzerine (1193) durumdan faydalanırım ümidiyle Macar kralı Andre tarafından tertip edildi ise de neticesiz kaldı.

Altıncı seferi Alman imparatoru İkinci Frederik yaptı. Selâhattin Eyyubî'nin vefatından za'fa uğrayan Eyyubîlerle anlaşarak Kudüs'ü zapt etmeye muvaffak oldu ise de şehir bir müddet sonra yine Türkler tarafından kurtarıldı. Yedinci ve sekizinci Haçlı seferlerini Fransa kralı Sen Lui yaptı. 1248 de Mısır'a saldıran Sen Lui Mansure savaşlarında yenilerek ordusu ile beraber esir düştü. Muazzam bir bedel fidyei necat ödiyerek esaretten kurtuldu, zelil ve makhur memleketine döndü. Bu mağlûbiyet ve esaretin intikamını almak istiyen Sen Lui bir müddet sonra, fakat bu sefer daha kolay bir zafer temini maksadiyle Tunus'a hücum etti (1270). Neticesiz birtakım harpler yaptı, orada da muvaffakiyetsizliğe uğradı. Tutulduğu veba hastalığı ile ölümü kendisini memleketine ne yüzle döneceği endişesinden kurtarmış oldu.

Mutaassıp Hıristiyanların din perdesi altında Müslüman Türkleri imhayı hedef tutan harpleri de Sen Lui'nin ölümü ile neticelenen sekizinci seferle tamamlanmış ve resmen kapanmış ise de ileride Osmanlı Türklerinin Rumeli’deki zaferleri ve ilerlemeleri Hıristiyanlık için büyük bir tehlike addedildiğinden yeni Haçlı seferlerinin tertiplendiği görülecektir.

Haçlı Seferlerinin Neticeleri

Şark kültür ve medeniyetine nazaran o devirde çok geri olan ve kilisenin nüfuzu altında bulunan Avrupalıların din uğruna diye yaptıkları bu harplerde her iki taraftan da milyonlarla insan ölmüş, bunda garbın insan kaybı daha fazla olmuştur. Ön Asya'da Selçuk Türklerinin bulunması ve mıntıkaya kültür ve dinî müesseseleriyle yerleşmiş olmaları, garpten gelen mutaassıp ve yağmacı insan sürülerinin Müslümanlığı ve müdafii Türkleri imhaya matuf emellerine ulaştıramamıştır. Türklerin Müslümanlığı kabul edişleri ve küçük Anadolu'da sağlam bir surette yerleşmiş bulunmaları ve bu toprakları kendilerine yurt-vatan ittihaz etmiş olmaları, asil ve necip kan ve canları bahasına bu önünde durulması güç aç Hıristiyan seline kahraman vücutlariyle sed çekmiş, bu seferler karşısında topyekûn Müslümanlığın kurtuluşunu sağlamış, tarihe zafer destanları olarak geçen harpler sonunda vatan istilâdan kurtarılmıştır.

Avrupalılar ise bu seferlerle şark kültürünü, medeniyet eserlerini, insanlarını ve Türklerin âlicenap kahramanlığını tanımışlardır. Bu seferler garp ile şark arasında yeni ufuklar açılmasına ve siyasî, ticarî münasebetlerin kurulmasına sebep olmuştur.

Avrupa'da papanın ve kilisenin; krallar, beyler, halk üzerindeki nüfuzları kırılmış, derebeylikler zayıflamış, krallıklar kuvvetlenmeye başlamıştır.

Neticede Türk İslâm medeniyeti garbın gözünü açmış ve Avrupalılar bu seferler sayesinde görüp tanımaya başladıkları bu medeniyet eserlerinden büyük ölçüde istifade yolunda çalışmaya koyulmuştur.


SİİRT/MERKEZ
+90 5398612382