Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve İsyanı 19. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan ve Osmanlı Devleti’ni en çok uğraştıran meselelerin başında şüphesiz ki Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı gelmektedir. Kavalalı, isyan ettiği zaman Osmanlı Devleti'nin ne işe yarar bir ordusu ne de donanması bulunmaktaydı. Bu nedenle Osmanlı yönetimi Mehmet Ali Paşa'nın kuvvetleri karşısında aciz bir duruma düştü. Kendi valisiyle baş edemeyen Sultan Mahmut, Rusların yardım teklifini kabul ettiyse de Adana, Suriye ve Filistin'in tamamını Kavalalı'ya vermek zorunda kaldı. Ancak padişah, son nefesine kadar Mehmet Ali Paşa'ya boyun eğdirme amacından asla vazgeçmedi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın ailesi, aslen Konya kökenli olup bir kan davası nedeniyle sonradan Kavala'ya göç etmek zorunda kalmıştı. Mehmet Ali, burada 1769 veya 1770 yılında dünyaya gelmişti. Babası İbrahim Ağa'nın yanında bir müddet tütün ticaretiyle uğraşmış, 1787 yılında askerliğe intisap etmiş ve kısa sürede bu alanda ne kadar maharetli olduğunu göstererek dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Napolyon’un Mısır’ı istilası esnasında sıradan bir asker olarak Mısır’a giden Kavalalı, kurnazlığı, dehası ve entrikaları sayesinde kısa sürede Mısır’daki en etkili güç olmayı başardı. 1805 yılında Mısır Valiliği’ni elde ettikten sonra kısa süre içerisinde modern bir devletin temellerini atmayı başardı. Eğitim sistemini ıslah etti, batılı tarzda ordu ve donanma kurmaya muvaffak oldu. Tarımın gelişmesi için sulama kanalları açtı, ordunun gereksinimleri için çeşitli fabrikalar tesis etti. Giriştiği askeri ve idari reformlar sayesinde belki de Mısır'ın gelmiş geçmiş en güçlü yöneticilerinden biri oldu ve şüphesiz modern Mısır'ın kurucusu olma unvanını da bileğinin hakkıyla aldı. Bunun yanında yaklaşık on yıl boyunca büyük güçleri meşgul edecek girişimlerde bulunduğu ve batı usulü reformları başarıyla uygulayan ilk Müslüman devlet adamı olduğu için, 19. yüzyılda dünya siyasetine yön veren meşhur devlet adamları arasında yer almıştır. İsyana Giden Yol Mehmet Ali Paşa, Yunan isyanı sırasında Mora ve Girit valiliklerinin kendisine verilmesi karşılığında Osmanlı birliklerine yardım etti. Mora, Yunanistan’a verildikten sonra Suriye valiliğini istediyse de padişah buna razı olmadı. Ancak Kavalalı, ordusu için insan kaynağı ve ekonomisi için yer altı zenginliği olarak gördüğü Suriye'yi ele geçirme politikasından asla vazgeçmedi. 1830 yılında Fransa'da meydana gelen karışıklıklar ve Avrupa'nın önemli bir kısmının bu karışıklıklardan etkilenmesi Mehmet Ali Paşa’ya beklediği fırsatı vermişti. Bu sırada Osmanlı ekonomisi içler acısı bir haldeydi. Üstelik Osmanlılar, 1826 yılında yeniçeri ocağı lağvetmişler, 1827'de ise Navarin baskınında donanmalarını kaybetmişlerdi. Yetkililer her ne kadar yeni bir ordu oluşturmaya çalışmışlarsa da eldeki birliklerin önemli bir kısmı 1828-1829 Osmanlı-Rus Harbi'nde mahvolmuştu. Dolayısıyla Osmanlı Devleti her türlü saldırıya açık, savunmasız bir haldeydi. Mehmet Ali Paşa'nın harekete geçmek için hâlihazırda Sayda Valisi Abdullah Paşa gibi bir gerekçesi vardı. İki paşanın arası açıktı, hatta Abdullah Paşa bir ara, kılıcımı çekip Mehmet Ali’nin kellesini İskenderiye’de keseceğim, diye haber yollamıştı. Üstelik Abdullah Paşa Mısır'dan kaçan altı bin fellaha da sahip çıkmıştı. Bunun üzerin Mehmet Ali Paşa, altı bin fellahımı bir fazlasıyla geri getireceğim, diyerek adeta savaş ilanında bulundu. Oğlu İbrahim Paşa'nın komutasına yaklaşık 25.000 asker vererek onu deniz yoluyla Filistin bölgesine gönderdi. Mısır birlikleri 8 Kasım 1831'de çok kolay bir şekilde Yafa'yı zapt ettiler. Karadan harekete geçen Kavalalı'nın askerlerinin bir diğer kolu ise hiçbir direnişle karşılaşmadan Filistin bölgesinin neredeyse tamamını ele geçirdi. Abdullah Paşa, Akka Kalesi'ne kapanıp yardım kuvvetleri gelinceye kadar burada savunma yapmaya karar verdi. İbrahim Paşa vakit geçirmeksizin bu kaleyi kuşatmaya başladı. Ancak burada pek de beklemediği oldukça yıpratıcı bir direnişle karşılaşacaktı. Osmanlılar diplomatik yolları kullanarak Mehmet Ali Paşa'yı geri çevirmeye çalışmışlarsa da Kavalalı, Suriye bölgesinin tamamını istediğinden ve Sultan Mahmut bu talebi geri çevirdiğinden orta yolu bulmak mümkün olmamıştı. Bunun üzerine Osmanlı yönetimi Mehmet Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa'yı asi ilan etti. Onlar için Şeyhülislam'dan alınan fetvada; bağiylerdir katılleri İmâmü’l-müslimîn ve bi’l-cümle muvahhidîn üzerlerine farz olur, ibaresi yer almaktaydı. Babıâli, Mehmet Ali Paşa üzerine asker sevk etmek için hazırlıklara koyuldu. Aynı zamanda paşayı azlederek Mısır, Girit ve Habeş eyaletlerinin yönetimini Serdar-ı Ekrem Ağa Hüseyin Paşa'ya verdi. Bu esnada Kavalalı, Mekke Emiri'nden kâfirleri taklit eden Sultan Mahmut'un Osmanlı tahtına oturmayı hak etmediği ve bu nedenle müminlerin halifesi olamayacağı fetvasını aldı. Böylece isyan etmesinin asıl sebebinin padişahın İslam hükümlerine aykırı hareket etmesi olduğunu ilan etti. Mısır ordusu önemli kayıplar verdiği birkaç başarısız girişimin ardından 26 Mayıs 1832'de yeniden Akka Kalesi'ne saldırdı. 27 Mayıs'ta İbrahim Paşa'nın şahsi çabasıyla Mısır birlikleri surlarda açılan gediklerde tutunmayı başardılar. Yaklaşık altı ay direndiği halde dışarıdan yardım alamayan Abdullah Paşa, kırk elli kadar askeri ile sığındığı cephaneyi havaya uçurmaya niyetlendiyse de yanındakiler buna razı olmadılar. Neticede İbrahim Paşa’dan güvence aldıktan sonra cephanelikten çıkıp adamlarıyla birlikte teslim oldu. Mehmet Ali Paşa zaferinin kalıcı olması için insanların gönüllerini fethetmek zorunda olduğunu biliyordu. Bu nedenle Mısır ordusu Filistin-Suriye bölgesine girdiği andan itibaren propaganda faaliyetlerine başlamış, ayrım gözetilmeksizin herkesin üç yıl boyunca vergiden muaf tutulacağını ilan etmişti. İbrahim Paşa da Osmanlı valileri zamanındaki kötü yönetimden bıkan insanların tamamını kucaklamış, ele geçirdiği bölgelerde kısa sürede yıllarca görülmemiş olan düzenli bir idari sistem kurmuştu. Osmanlı-Mısır Savaşı Serdar-ı Ekrem Hüseyin Paşa bölgeye ulaştığında Osmanlı birlikleri Antakya ve Humus'ta toplanmışlardı. Bu mühim hatayı gören İbrahim Paşa, Osmanlı kuvvetlerinin birleşmesini engellemek için Humus'ta bulunan Halep Valisi Mehmet Paşa komutasındaki birliklerin üzerine 9 Temmuz 1832'de ani bir saldırı düzenledi. Osmanlılar o denli hızlı bozguna uğradı ki Mehmet Paşa, savaş malzemelerini ve hatta evraklarını bile bırakıp kaçmak zorunda kaldı. Bu yenilgi sonrasında Osmanlılardan tamamen ümidini kesen bölge halkı Mısırlılara meyletmiş, hatta Halep'e girmek isteyen Hüseyin Paşa'yı Halepliler şehre sokmamışlardı. Bunun üzerine Hüseyin Paşa Sultandağı geçidini tutmak için ordusunu Belen'de konuşlandırmış, ancak birliklerini yanlış yerleştirmiş, geri çekileceği bölgeyi bile güvenceye almamıştı. Osmanlı ordusuna hatalarını düzeltme fırsatı vermek istemeyen İbrahim Paşa, 29 Temmuz 1832'de saldırıya geçti. Kısa sürede düzenleri bozulan Osmanlı birlikleri İskenderun'a doğru kaçışmaya başladılar. Bu mağlubiyet sonrasında Suriye bölgesi tamamen Mısırlıların eline geçmiş, üstelik Anadolu bile istila tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Kavalalı'nın Propaganda Faaliyetleri ve Anadolu'nun İstilası Mehmet Ali Paşa, taleplerinin tam olarak karşılanabilmesi için Suriye'den öteye geçmesi gerektiğini biliyor, üstelik bölge halkının teveccühü de onu cesaretlendiriyordu. Nitekim kötü yönetimden bıkmış olan köylüler, disiplinli Mısır askerini kurtarıcı olarak görüyorlar, muzaffer komutan İbrahim Paşa'ya bağlılıklarını sunmak için paşanın karargâhına elçiler gönderiyorlardı. Mısır kuvvetlerinin hâkim oldukları bölgelerde yağma ve talana kesinlikle müsaade edilmiyor, askerler aldıkları her şeyin parasını kuruşu kuruşuna peşin ödüyorlardı. Buna karşın Osmanlı birliklerinin bulundukları bölgelerde ise durum tam tersiydi. Ne asayişten ne de mal güvenliğinden söz etmek mümkündü. Osmanlılara tam olarak diz çöktürmek için son bir savaşa hazırlanan İbrahim Paşa o dönemin propaganda araçları olan “buyruldular” ve “mektuplarla” Anadolu'nun dört bir tarafına haklı bir dava uğruna savaştığını duyurmaya çalışıyordu. Hac mevsiminin savaş zamanına denk gelmesini de kullanan İbrahim Paşa, memleketlerine dönen hacıların ellerine Osmanlı yönetimini kötüleyen kâğıtlar tutuşturmuştu. Ayrıca dervişler aracılığıyla Anadolu ahalisi gerçek İslam için II. Mahmut yönetimine isyana davet edilmekteydi. İnsanlara Mısır Valisi'nin tek amacının Ümmet-i Muhammed'e huzur ve refah içerisinde bir yaşam sunmak olduğu söyleniyordu. Bunun yanında Kavalalı, toplumun her kesiminin özellikle reformlardan memnun olmayanların da desteğini kazanmak istiyordu. Bu amaçla ahaliye Hacı Bektaş-ı Veli türbesinde kurbanlar kesildiği, yeniçeri ocağının yeniden kurulduğu ilan ediliyor, yeniçeri firarileri İbrahim Paşa'ya katılmaya davet ediliyordu. Böylece Kastamonu, Çankırı, Kırşehir, Nevşehir, Kayseri ve Sivas bölgelerinde Osmanlı yönetimine karşı isyanlar görülmeye başlanmıştı. Anlaşıldığı kadarıyla reformlardan memnun olmayan Yüzbaşı Çatalcıoğlu Ebubekir, Alaybeyi Mehmet, Çatalcıoğlu Ruşen, Balcıoğlu Halil gibi tımar sahipleri Kavalalı'nın taraftarı olmuşlardı. Yine isimleri belgelere yansıdığı kadarıyla Kastamonu'da bulunan yeniçeri firarilerinden Tatlıoğlu İsmail, Sırac Hacı İbrahim, Karanlıkoğlu Mehmet, Mergüzeli Hüseyin Alioğlu, Ağacık Mehmet, Çalık İbrahim Bayraktar, Kasab Osmanoğlu Mustafa, Beşkeselioğlu Şerif Bayraktar, Hacı Kahraman, Kapıcıoğlu Selim, Arab Ağa gibi kişiler de Mısırlılara destek vermekteydiler. Bu sırada Osmanlı yönetimi, Sadrazam Reşit Mehmet Paşa komutasında bir ordu hazırlayıp Konya'ya doğru sevk etmişti. Sultan Mahmut son bir kez daha tüm imkânlarını kullanıp Mehmet Ali Paşa'nın bileğini bükmeye çalışacaktı. Ancak Osmanlı yönetiminin ölüm kalım savaşı verdiği sırada Anadolu ahalisinin kendisine destek vermediği anlaşılmaktadır. Mısırlıların propaganda savaşı bir tarafa bırakılırsa Anadolu'daki güvensizlik ortamı nedeniyle zaten tarım ve ticaret tamamen durma noktasına gelmiş, insanlar hiçbir şey kazanmazken savaş nedeniyle silsileler halinde fahiş vergiler ödemek zorunda bırakılmışlardı. Hatta talep edilen vergileri ödeyebilmek için ev ve eşyalarını satışa çıkaranlar bile olmuştu. Üstelik zorla askere alınan binlerce kişinin masrafları da ahaliye yüklenmişti. Ahaliye göre Osmanlı yönetimi ellerinde kalan son kuruşu vergi namına tahsil etmesi yetmezmiş gibi bir de evlatlarını da zorla elinden almaktaydı. Tüm bu yaşananlar göz önüne alınırsa insanları, tahammül edilemez vergilerden kurtaracağını vaat eden İbrahim Paşa'ya karşı savaşmaya çağırmak pek de mümkün değildi. Osmanlı yönetimi, Konya Savaşı öncesi Kavalalı'ya karşı İngilizlerden yardım talebinde bulunmak için girişimlerde bulunmuştu. Bu esnada Kavalılı’nın ihtiraslarından neredeyse Sultan Mahmut kadar endişelenen Rus Çarı, Büyükelçi Butenef aracılığıyla Karadeniz'de bulunan Rus donanmasını yardım için gönderebileceğini haber vermişti. Bunun yanında Rusya’nın özel temsilcisi olarak görevlendirilen General Muravyef 21 Aralık’ta İstanbul’a ulaşmış, Butenef’in yardım teklifini teyit etmişti. Muravyef’in İstanbul’a ulaştığı gün Sadrazam Reşit Mehmet Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu, İbrahim Paşa’nın kuvvetlerine saldırmıştı. Hava oldukça sisli olduğundan ordunun ön saflarında savaşan sadrazam, kendi askeri sandığı düşman kuvvetlerinin içine girince esir edilmişti. Sadrazamın esareti duyulunca da Osmanlı ordusunun düzeni bozulmuş ve Konya’da İbrahim Paşa büyük bir zafer kazanmıştı. Böylece İbrahim Paşa’nın önünde artık İstanbul’a yürümek için hiçbir engel kalmamıştı. Osmanlı ordusu için geri çekilme de oldukça zorlu olmuştu. Anadolu Seraskeri Mehmet Said Paşa’nın ifadelerine göre; askerlerin çoğu firar etmişti. Özellikle topçu neferlerinin eksikliği nedeniyle toplar binbir güçlükle nakledilebilmişti. Bunun yanında ağır kış şartları nedeniyle çok sayıda askerin elleri ve ayakları soğuktan donmuştu. Belki bunlardan daha zor olanı çekilme güzergâhında bulunan köylülerin silahlanarak askerleri taciz etmesiydi. Birliklerin dinlenmek veya ihtiyaçlarını karşılamak için köylere girmesi silah kullanmadıkları müddetçe mümkün değildi. Kütahya Fermanı Bu sırada İbrahim Paşa, Konya'yı geçip Anadolu'nun içlerine doğru ilerlemeye devam etmekteydi. Ağır kış şartlarına rağmen Mısır birlikleri 2 Şubat'ta Kütahya'ya girmişti. Aynı zamanda değişik bölgelerle küçük birlikler gönderip oralardaki taraflarlarının desteğiyle Antalya, Manisa, Aydın gibi önemli şehirler kolayca işgal edilmişti. 24 Şubat'ta İbrahim Paşa'nın taraftarları İzmir'i ele geçirmişti. Böyle büyük ve kalabalık bir şehrin bırakın düşmanın gücünü, yüzünü bile görmeden teslim olması herkeste büyük bir şaşkınlık yaratmıştı. Böylece Marmara sahil bölgesi hariç Batı ve Orta Anadolu'nun tamamı Mısır Valisi'nin işgal ettiği bölgeler arasına girmişti. Mehmet Ali Paşa şüphesiz İstanbul'u ele geçirmek isteyecek kadar hırslı idi, ancak böyle stratejik bir bölgenin kendisine bırakılmayacak kadar değerli olduğunu da gayet iyi biliyordu. Bu nedenle oğluna İstanbul'u kolaylıkla tehdit edebileceği Kütahya'da beklemesi talimatını verdi. Kendisi de tehditler savurarak Sultan Mahmut'tan mümkün olduğunca fazla toprak ve taviz koparmaya çalıştı. Bu sırada İngiltere Kralı'nın sadece diplomatik yollarla Osmanlı Devleti'nin yanında bulunacaklarını bildiren mektubu İstanbul'a ulaşmıştı. Bunun üzerine Sultan Mahmut'un talimatıyla yetkililer Ruslardan yardım talebinde bulunmuşlar ve Rus donaması 20 Şubat 1833 tarihinde Boğaz’dan içeri girip Büyükdere önlerine demir atmıştı. Rus askerinin İstanbul'a girmesi Avrupalı devletlerini, özellikle o ana kadar meseleye uzak durmayı tercih eden İngiltere'yi, endişeye sevk etmiş, Mısır valisinin isyanı bir anda uluslararası bir sorun haline gelmişti. Rus askerlerinin bir an evvel İstanbul’dan çekilmesini isteyen İngiliz ve Fransızların hem Sultan Mahmut’a hem de Mehmet Ali Paşa’ya baskı yapmaları olumlu neticelenmişti. Böylece Osmanlı yönetiminin temsilcisi Amedci Reşit Bey ile İbrahim Paşa uzun süren müzakereler neticesinde 5 Mayıs 1833 tarihinde Kütahya’da anlaşmışlardı. Sultan Mahmut yayınladığı bir fermanla Suriye ve Filistin Mehmet Ali Paşa’nın yönetim alanına dâhil edilmiş, Hicaz Valiliği ile Adana Muhassıllığı da İbrahim Paşa’ya verilmişti. Böylece Mısır Valisi kuvvetlerini hızlı bir şekilde Anadolu'dan çekmiş haziran ayının ortalarına doğru Gülek Boğazı'nın ötesinde tek bir Mısır askeri bile kalmamıştı. Ardından Sultan Mahmut 8 Temmuz 1833'te Hünkâr İskelesi Antlaşması olarak bilinen Osmanlı-Rus İttifak Antlaşması'nı onaylayarak Ruslara yardımlarının karşılığını ödemişti. Mısır Sorununun İkinci Safhası Sultan Mahmut, Kütahya Fermanı'ndan sonraki hayatını, kâğıt üzerinde kendisine ait olsa da fiilen kaybetmiş olduğu toprakları geri almaya ve Kavalalı'yı cezalandırmaya adamıştı. Bu amaçla Reşit Mehmet Paşa'yı güçlü bir ordu kurup Mısırlılardan intikam alması için 3 Kasım 1833 yılında Sivas Valiliği'ne atamıştı. Aynı zamanda Kavalalı’dan isyan yıllarını kapsayan dönemin ödenmemiş vergilerini talep etmiş ve hala Mısır askerinin bulunduğu Urfa, Birecik ve Rumkale sancaklarının yani Rakka Eyaleti'nin boşaltılmasını istemişti. Mehmet Ali Paşa, Sultan Mahmut tahtta olduğu müddetçe İstanbul-İskenderiye arasında ilişkilerin düzelmeyeceğine ve kaçınılmaz son bir savaş için ordusunun mevcudunu artırmak zorunda olduğuna inanıyordu. Bu nedenle 1834 yılı başlarında İbrahim Paşa'dan Suriye ve Filistin bölgesinde zorunlu askerlik sistemini uygulamasını istedi. Ayrıca isyan yıllarında hazinesini tükettiği için acilen paraya ihtiyaç duymaktaydı. Suriye-Filistin bölgesinde vergileri yükselterek ekonomisini düzeltmeyi hedeflemekteydi. Filistin’de işler Mısır Valisi’nin umduğu kadar kolay yürümedi. Bölgede geniş halk kitlelerinin katılımıyla Mısır yönetimine karşı büyük bir isyan çıktı. Ahalinin zorunlu askerlik sistemine tepkisi o denli büyük olmuştu ki, Mayıs ayının sonunda Filistin kontrol edilemez bir hale gelmişti. Binlerce Nabluslu, hazırlıksız yakaladıkları Mısır kuvvetlerini Kudüs yakınlarında sıkıştırmayı başardı. Üstelik Mısır askerinin durumuyla ilgili sağlıklı bilgi alınamadığı için çatışmalarda yaralanmış olan İbrahim Paşa'nın öldürüldüğüne dair rivayetler dört bir tarafa yayılmıştı. Sultan Mahmut bu fırsatı kaçırmak istemediğinden, Mısır yönetiminden derhal Rakka Eyaleti'nin boşaltılmasını istedi. Hatta İbrahim Paşa'nın ölüm ihtimalini düşünüp Adana'yı Karaman Valisi'nin yönetimine bırakmaya karar verdi. Osmanlı yetkilileri bir yandan da Reşit Mehmet Paşa'nın Suriye bölgesine girmesini planlamış, destek için de İngiliz Elçi Ponsonby'e başvurmuşlardı. İngilizler ve Fransızlar, Rusların savaş çığırtkanlığı yaptığını, bu yolla Osmanlı Devleti'nin topraklarını Hünkâr İskelesi Antlaşması'na dayanarak işgal edeceklerini düşünüyorlardı. Bu nedenle ne olursa olsun Osmanlı-Mısır ilişkilerinin bozulmasını istemiyorlardı. Osmanlıları savaştan vazgeçirmek isteyen Ponsonby, Babıâli’nin Ruslardan yardım alması halinde İngiltere'nin de Mehmet Ali Paşa'yı desteklemek zorunda kalacağı uyarısında bulunmuştu. Aslında Ruslar da yeni bir savaşın çıkmasını istemiyorlar, Hünkâr İskelesi Antlaşması ile elde ettikleri ayrıcalıkların ancak barış yoluyla devam edeceğini hesaplıyorlardı. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin savaşı başlatan taraf olması durumunda Rusya’nın Babıâli’ye yardım etmeyeceğini, ittifak antlaşmasının savunma amacıyla imzalandığını açıkça beyan etmişlerdi Neticede, Avrupalı devletlerin baskıları ve İngiltere'nin yoğun çabasıyla Osmanlı yetkilileri beklemeye koyulmuşlardı. Ancak, bu sırada Mehmet Ali Paşa Filistin isyanını bastırmaya muvaffak olmuştu. Bu durum, Babıâli’ye karşı onun elini kuvvetlendirdiğinden yine Rakka Eyaleti'ni boşaltmaya ve vergilerini ödemeye yanaşmamıştı. 1834 Eylül’ünde Osmanlılar ile Avrupalı devletlerin baskılarından kurtulmak ve bunların dikkatlerini başka yöne çekmek isteyen Mehmet Ali Paşa, bağımsızlık ilanı planını uygulamaya karar verdi. Savaşı kaçınılmaz hale getirecek olan bu plana en sert tepkiyi İngiltere gösterdi. İngilizler, böyle bir kararın ölümcül sonuçları doğuracağını hatırlattıktan sonra derhal, Mehmet Ali Paşa'dan Rakka Eyaleti'ni boşaltması ve Osmanlı Devleti'nin alacağı olan vergileri ödemesini istediler. Neticede Avrupalı devletlerin baskı ve tehditlerisonucunda Kavalalı geri adım atmak zorunda kaldı. Aynı zamanda Avrupalı diplomatların yoğun çabası sonrasında Osmanlı-Mısır ihtilafına bir ortayol bulundu; vergi borcununun affedilmesi şartıyla Rakka'nın boşaltılması formülünü her iki hükümet de kabul etti. Bu gelişmeden sonra Osmanlılar doğu vilayetlerinde merkezîleşme politikasına girerek bölgede zorunlu askerlik sistemini uygulamaya koymuş, vergilerin artırılıp düzenli bir şekilde toplanmasına gayret etmiş ve aynı zamanda merkezi yönetimin emirlerini dinlemeyip başına buyruk hareket eden unsurları ortadan kaldırmışlardı. Bu şekilde güçlü bir ordu kurup Mısırlılarla hesaplaşma gününü beklemişlerdi. Aynı zamanda Kavalalı Mehmet Ali Paşa da Suriye ve Filistin bölgesini tam olarak denetimi altına alıp buralardan topladığı vergiler ve aldığı askerlerle nihai savaşa hazırlanmaya koyulmuştu. Nizip Savaşı 1839 yılı başında Osmanlılar, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya karşı savaşmaya karar vermek mecburiyetinde kalmışlardı. Çünkü yıllardır devam eden ve devletin tüm kaynaklarını tüketen bu soğuk savaş daha fazla sürdürülemezdi. Babıâli ordu komutanı olan Hafız Paşa'nın para, asker ve mühimmat isteklerini elinden geldiğince mükemmel bir şekilde karşılamaya çalışmıştı. 23 Mart 1839 tarihli bir belgede sadece Hafız Paşa’nın maiyetinde muvazaf ve redif otuz yedi binden fazla asker, yüz elliden fazla top olduğu belirtilmişti. Ancak aynı rapora göre askerlerin durumu içler acısıydı. Redif askerinin tamamı acemi olduğundan bunlar, bir seneye kadar meydan muharebesinde kullanılamazdı. Ayrıca savaşa sürülebilecek nizam askerinin sayısı ise en fazla on beş bindi. Geri kalan askere de güvenilemeyeceğinden bu rapora göre Mısırlılarla savaşmak doğru değildi. Bu durumu Osmanlı ordusunda görevli olan Prusyalı subay Moltke de doğrulamıştı. Ona göre de askerler acemi; subaylar ise iltimasla seçildiklerinden savaşmaktan bihaber kimselerdi. O sırada İngiltere'nin Erzurum konsolosu olan Brant, Erzurum Eyaleti'ndeki sipahilerin komutanı olan Mustafa Paşa ile savaş meselesini konuşmuş ve paşa ona, padişahın ordusunun Mısırlıları yenemeyeceğini söylemişti. Çünkü düzenli birliklerden oluşan sekiz tabur yani altı bin beş yüzasker bir yana bırakılırsa Osmanlı ordusu disiplinsiz başıbozuk askerlerden, acemi rediflerden ve sipahilerden oluşmaktaydı. Brant, topladığı bilgileri Palmerston'a naklederken Osmanlı ordusunun vahim durumuna vurgu yapmıştı. Ona göre Hafız Paşa, böyle büyük bir orduyu yönetebilecek kabiliyette değildi. Üstelik Mısır ordusundaki subaylar, Osmanlı ordusundakilerden çok daha eğitimli ve yetenekliydiler. Brant, muhtemel bir yenilginin ölümcül sonuçları olacağını, savaş koşullarından hoşnutsuz olan insanların İbrahim Paşa'yı kurtarıcı olarak selamlayabileceklerine dikkat çekmişti. Sonuçta 24 Haziran 1839’da Osmanlı ordusu ile Mısır kuvvetleri Nizip’te karşı karşıya gelmiş ve bu savaş Osmanlılar için bir felaketle neticelenmişti. Savaşın sonunda büyük fedakârlıklarla hazırlanmış olan Osmanlı ordusu neredeyse tamamen yok edilmişti. Tüm ağırlıklar kaybedildiği gibi on bin kadar Osmanlı askeri İbrahim Paşa tarafından esir edilmişti. Yenilgi haberi İstanbul'a ulaşmadan Sultan Mahmut vefat etti. Kaptan-ı Derya Ahmet Fevzi Paşa, ihanet ederek Osmanlı donanmasını Mehmet Ali Paşa'ya vermişti. Kalıcı Barışın Oluşturulması Son gelişmeleri yakından takip eden İngiltere, Ruslara müdahale fırsatı vermeden harekete geçmiş, 15 Temmuz 1840 tarihinde Rusya, Avusturya, Prusya ve Osmanlı Devleti ile Londra Antlaşması'nı imzalamıştı. Buna göre; Mısır valiliği ırsi olarak Akka ise ‘kaydı hayat’ şartıyla Mehmet Ali Paşa'ya verilecekti. Mehmet Ali Paşa, Fransa'nın telkinleriyle bu anlaşmayı kabul etmek istemedi. Böylece İngiltere, Avusturya ve Osmanlı Devleti’nin oluşturduğu bir donanma Suriye sahillerine gelip Sayda, Beyrut, Hayfa ve son olarak Akka'yı Mısırlılardan geri aldı. Mehmet Ali Paşa, Fransızlardan yardım ümidini kesince 27 Kasım'da Amiral Napier ile bir anlaşma imzaladı. Böylece Mısır valiliği kendisine ırsi olarak verilmiş oldu. 24 Mayıs 1841 tarihli bir fermanla Mısır'ın idaresi Mehmet Ali Paşa soyundan gelen en büyük evlada verileceği ilan edildi. Bu şekilde Mısır meselesi tamamen çözülmüş oldu. Bundan sonra Mehmet Ali Paşa ile Osmanlı yönetiminin arası tamamen düzeldi. Hatta paşa, 1846 yılında İstanbul ve Kavala'yı ziyaret etti. Ömrünün son demlerinde akli melekelerini yitirmeye başladı ve iyileşmesinden ümit kesildiği için 1848 Eylül'ünde İbrahim Paşa, Mısır Valiliği'ne atandı. Mehmed Ali Paşa 2 Ağustos 1849 tarihinde İskenderiye'de vefat etti ve Kahire Kalesi'nde inşa ettirmiş olduğu yeni caminin haziresine defnedildi.