17. ve 18. yüzyıllar boyunca üst üste kaybedilen ve toprak ve itibar kaybına da yol açan savaşların gerekli kıldığı yüksek askeri harcamalar büyük bütçe açıklarının oluşmasına neden olmuş, Osmanlı Devletini daha uzun süreli ve peşin elde edilen gelir sağlama yollarını aramaya sevketmiş, mültezimlere bir yıl veya üç yıl süreli sözleşmelerle verilen mukataaların süreleri 17. yüzyılın sonlarında daha da uzatılarak, ihaleyi kazananlara “kaydı hayat” koşuluyla verilmeye başlanmış, kısa süreli iltizam usulü ile vergi toplayan-veren mültezimlerin yerini, 1695 yılında kabul edilen bir fermanla, kendilerine hayat boyu sürecek ve hatta belirli koşullarla mirasçılarına da geçebilecek mukataa ihale edildiği için daha fazla ve bir bakıma iç borçlanma niteliğinde peşin ödemede (bu ödemeye muaccele deniliyordu) bulunmak durumunda olan, malikâne sahipleri almışlardır. Bununla birlikte, iltizam usulü 1842 yılında tekrar uygulamaya konulmuştur. İlk kez 1683 İkinci Viyana Kuşatması sonrası “İmdadı Seferiye” adı altında ve 327.500.000 akçe miktarında bir iç borçlanmaya gidilmiş, bu borç daha sonra “varlık vergisi” adı ile konulan ve her haneden toplanan bir vergi ile karşılanmıştır. Yine, Osmanlı Hükumeti 1775 yıllarında ihraç ettiği esham (hisse senedi) karşılığında yeni bir iç borçlanma yöntemi başlatmıştır (19). Büyük mukataa (Devlete ait belirli bir arazinin veya gelirin muaccele denilen sabit bir bedel karşılığında uzun süreli kiraya verilmesi) gelirlerinin halka satılmasının söz konusu olduğu ve gelir ortaklığı benzeri bir yöntemin uygulandığı bu sistemde, belirli bir gelir garantisi öngörülmekte ve ihraç edilen hisse senetleri kişiler arasında tedavül edebilmektedir.